Dünya genelinde doğum oranları giderek düşerken, bazı ülkeler bu trendin öncüsü haline gelmiş durumda. 2023 itibarıyla, dünyanın en az doğuran ülkesi olarak öne çıkan ülke, yalnızca birkaç çocuk doğurmakla kalmıyor, aynı zamanda aile planlaması, ekonomik faktörler ve toplumsal normlar gibi çeşitli etkenler nedeniyle çocuk sahibi olmayı düşünmeyen bireyler barındırıyor.
Bir ülkenin doğum oranları, sadece ekonomik durumu ile değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal normları ile de doğrudan ilişkilidir. Örneğin, Japonya gibi bazı ülkelerde kadınların kariyer odaklı bir yaşam sürmeleri, aile kurma isteğini arka planda bıraktı. Çalışan kadınların sayısının artmasıyla, çocuk sahibi olma düşüncesi genellikle erteleniyor. Kısa vadede kariyer gelişimi, uzun vadede ise aile yapısı üzerinde büyük etkiler yaratarak doğum oranlarının düşmesine neden oluyor.
İskandinav ülkeleri, ayrımcı olmayan toplumsal yapıları ile bilinirken, bu yapıların sağladığı esneklikle kadınlar ve erkekler eşit şekilde çocuk sahibi olmayı düşünebiliyor. Ancak, bu ülkelerde de çocuk bakımında devletin sunduğu destekler, ailelerin yeniden çocuk sahibi olmasını arttırmada etken bir faktör. Avrupa’nın diğer birçok ülkesinde, bebeğin dünyaya gelmesiyle birlikte gelen maddi yükler, ailelerin çocuk sahibi olma kararlarını olumsuz etkiliyor. Bu durumda, ekonomik kaygılar en büyük etkenlerden biri haline geliyor.
Birçok insan için çocuk sahibi olmanın getirdiği mali yük, doğum oranlarını önemli ölçüde etkileyen bir unsurdur. Dünyanın en az doğuran ülkelerinde, ekonomik istikrarsızlıklar ve yaşam standartlarının yükseltilmesi ile birlikte, bireyler daha az çocuk sahiplenmeyi tercih ediyor. Talep edilen yüksek yaşam standartları, ailelerin çocuk sayısını her geçen gün azalıyor. Eğitim masrafları, bakım giderleri ve genel yaşam masraflarının artışı, çocuk sahibi olma isteğini köreltiyor.
Özellikle büyük şehirlerde yaşayan ve yoğun iş hayatı ile boğuşan bireyler, çocuk sahibi olmanın sadece maddi yönden değil, duygusal ve fiziksel yükümlülükler anlamında da zorluğunu hissetmektedir. Bu nedenle, birçok kişi evlilik bile gerçekleşmeden çocuk sahibi olmayı düşünmüyor. Gelecek kaygıları, belirsizlikler ve yoğun iş stresi, bu durumu daha da derinleştiriyor.
Yine, bazı ülkelerde, toplumsal normlar da önemli bir rol oynamaktadır. Toplumda yaygın olan "öğrenci-yetiştirici" diyeti, çoğu birey için önemlidir. Genç kuşak, kariyer hedeflerine ulaşmadan önce çocuk sahibi olmayı istemiyor. Bu durum, pek çok ülkede çocuk sahibi olmanın ertelediği veya göz ardı edildiği bir sorun haline geliyor. Ekonomik belirsizlik, yaşam standartlarının yükseltilmesi ve kariyer odaklı yaşam tarzları, doğum oranlarının düşmesindeki temel faktörler arasında yer alıyor.
Sonuç olarak, dünyanın en az doğuran ülkeleri genelinde, çeşitli faktörlerden kaynaklanan bir problem söz konusu. Sosyokültürel normlar, ekonomik etkenler ve bireylerin gelecek kaygıları, çocuk sahibi olmayı düşünmeme kararları üzerinde belirleyici bir etki sağlıyor. Yaşadıkları belirsizlikler ve getirdiği mali yükler, aile kurma düşüncesinin gerisinde kalmasına neden oluyor. Ancak, bu durumu değiştirmek ve doğum oranlarını artırmak adına çalışmalara ihtiyaç duyuluyor.